Kâtip Çelebi (1609-1657)

By Oguzhan Koc - 08 Mart



Kâtip Çelebi (1609-1657)


On yedinci yüzyıl Osmanlı bilim dünyasının en önemli simalarından biri olan Kâtip Çelebi hakkında günümüze kadar çok şey yazılmış ve söylenmiştir. Şüphesiz bu birikim, onun hayatını ve ilmî kişiliğini ortaya koymak açısından son derece önemlidir. Ancak bir yazarın kendisi hakkında, eserlerinde verdiği bilgileri göz önünde bulundurmak daha sağlıklı kanaatler ortaya konulmasına yardımcı olduğundan, Kâtip Çelebi'yi öncelikli olarak Süllemü'l-Vusûl ve Mîzânü'l-Hakk adlı eserlerinde verdiği otobiyografisi ışığında incelemekte fayda vardır.

Kâtip Çelebi Süllemü'l-Vusûl'da kendisini şöyle takdim etmiştir: "Doğum ve neş'et mahalli İstanbul olan Abdullah oğlu Mustafayım. Mezheben Hanefî ve meşreben İşrâkiyim.1 Beldemiz ulemâsı arasında Kâtip Çelebi, Divan mensuplarınca Hacı Halife diye anılırım". Kâtip Çelebi bu takdimden sonra annesini kaynak göstererek Şubat 1609'da doğduğunu belirtmiştir. Devamla babasının Enderun'da silahdâr olduğunu ve dolayısıyla zaman zaman seferlere katıldığını, çok dürüst, dindar, ilme ve ilim adamlarına saygılı bir kişi olması nedeniyle de daha küçüklüğünden itibaren onun yetişmesi için büyük titizlik gösterdiğini, beş altı yaşlarındayken Kur'an ve tecvid öğretmesi için Kırımlı İmam İsa Halife'yi kendisine hoca tuttuğunu kaydetmiştir. Kâtip Çelebi kendi ifadelerine göre, daha sonra İmam İlyas Hoca'dan Arapçanın gramerini okumuş, Hattat Böğrü Ahmed Çelebi'den de hüsn-i hat (güzel yazı) dersleri almıştır. 1623 yılında babası aracılığıyla dîvan kalemlerinden Anadolu muhasebesi kalemine katip olmuş, burada hesap kurallarını ve siyâkat yazısını öğrenmiştir. 1624 yılında babası ile birlikte Abaza Mahmut isyanını bastırmak için düzenlenen Tercan Seferi'ne, daha sonra 1625'de yine babasıyla Bağdat Seferi'ne katılarak savaş ortamını gözlemleme imkanı bulmuştur. Bu sefer dönüşünde, hem babasını hem de amcasını kaybeden Kâtip Çelebi oldukça meşakkatli bir yolculuktan sonra önce Diyarbakır'a gelmiş, orada baba dostu Mehmed Halife'nin yardımlarıyla bir müddet yine maliye dairelerinde çalışmıştır.2

1628-1629'da İstanbul'a geçmiş olan Kâtip Çelebi, meşhur Kadızâde Mehmed Efendi (ö.1635)'nin derslerine devam etmeye başlamış, ancak fazla bir zaman geçmeden 1629'da tekrar Hüsrev Paşa ile Hemedân ve Bağdat seferlerine katılmıştır. Bu seferlerden İstanbul'a dönünce (1631) yine Kadızâde'nin derslerine devam etmiştir. Ondan Tefsir, İhyâ-ı Ulûm, Mevâkıf Şerhi, Dürer ve Tarikat-ı Muhammediye okumuştur. Hocasının derslerini sathî ve aklî ilimler semtine uğramamış olarak niteleyen Kâtip Çelebi, Kadızâde'nin tefsir okurken aklî ilimlerle ilgili yerlere geldikçe "Kâdî burada felsefîlik eylemiş" deyip:

"Kelâm-ı felsefe fülse değer mi?


Ana sarraf-ı keyyis baş eğer mi?
Mantıkîler ölür ise gam değil
Zira onlar ehl-i imandan değil"3

dediğini naklederek, hocasının mantık ve felsefeye olan karşıtlığını örneklendirmek istemiştir. Kâtip Çelebi bu nedenle kendisinin "Kişi bilmediği nesnenin düşmanıdır" sözünü atasözü gibi kullandığını belirterek hocasının bu tavrını benimsemediğini dile getirmiştir.4

Bu vesile ile hocası hakkında kısaca bilgi veren Kâtip Çelebi'nin anlattıkları, dönemin düşünce hayatına ve kendi üzerindeki etkisine ışık tutması açısından önemlidir.

İfadelerine göre dinî hoşgörüsüzlüğüyle tanınan ve daha sonra kendi adıyla anılacak bir vaiz sınıfının ortaya çıkmasına neden olan hocası Kadızâde, o dönemde raks ve devir gibi bazı meseleleri tekrar gündeme getirerek Halvetîlerin, Mevlevîlerin ve mezarlık bekçilerinin düşmanlığını kazanmış, tasavvuf ve tarikatlara düşmanlığı nedeniyle zındıklıkla itham edilmiş, Regaip, Berat ve Kadir gecesi namazları gibi bazı konuları tartışmaya açmıştır. Ayrıca hocasının, "aykırı davran, tanınırsın" sözünü kendisine bir tarz olarak benimsemiş olduğunu, bu sayede padişahlarca da tanınarak herkese üstünlük kurduğunu ve işlerini kolayca hallettiğini belirtmiştir. Hocasının bu yapmacık tavrını bazı ahmakların ciddiye alarak ona uyduklarını, neticede insanların taassupla kuru kavgalara tutulduklarını anlatan Kâtip Çelebi, başta ilim adamları olmak üzere Müslüman Osmanlı halkına her fırsatta itidali tavsiye ettiğini kaydetmiştir.5

Söz konusu taassubun aklî ilimlerin kötülenip yalnız naklî ilimlere değer verilmesi sebebiyle ortaya çıktığını savunan Kâtip Çelebi, bu görüşünü "Uçmaya iki kanat lazımdır. Makûlât ve meşruât iki kanat yerindedir" gibi bir teşbihle ifade etmiştir. Taassub ile sağduyu arasında bir denge kurulması gerektiğine dikkat çekmiş6 olan Kâtip Çelebi, bu tavrını eserlerinde güzel bir şekilde sergilemiştir.

Kâtip Çelebi, işte böyle bir tartışma ortamı ve bazı ilmî çalışmalar içerisinde olduğu bir sırada 1633'de Sadrazam Tabanı Yassı Mehmed Paşa kumandasında düzenlenen İran Seferi'ne katılmak üzere derslerine bir kez daha ara vermiştir. Sefer esnasında Halep'te kışlamakta olan ordudan ayrılarak Hicaz'a geçmiş ve hac vazifesini yerine getirmiştir. Halep'ten Diyarbakır'a dönüldüğünde, yörenin ilim adamlarıyla görüşme fırsatı bulmuş olan Kâtip Çelebi, buradayken 1634'de IV. Murad'ın Revan Seferi'ne katılma durumunda kalmıştır. 1635'de bu seferden İstanbul'a döndükten sonra ise kalan ömrünü ilim öğrenmek ve öğrenci yetiştirmekle geçirmeye karar verdiğini "Küçük cihaddan büyük cihada döndük (yani savaştan bilgiye döndük)" sözüyle dile getirmiştir.7

Revan seferi dönüşü Halep'te sahaf dükkanlarını dolaşıp gördüğü kitapları kaydettiğini, İstanbul'a döndüğünde bir miras vesilesiyle elde ettiği paranın büyük kısmını kitaba harcadığını, daha sonra bunları okumaya koyulduğunu, özellikle de kişisel ilgi ve merakı nedeniyle tarih, tabakât ve vefeyât kitaplarıyla hayli meşgul olduğunu belirten Kâtip Çelebi, daha önce verdiği kararı sebebiyle IV. Murad'ın 1638'deki Bağdat Seferi'ne katılmamıştır. O sırada, ilmî birikim ve saygınlığıyla meşhur olmuş olan A'rec Mustafa Efendi'nin Beydâvî Tefsiri derslerine devam etmiştir. Daha önce aklî ve naklî ilimlere dair derslerine katıldığı âlimlere nispetle çok engin bir birikime sahip olduğu için A'rec Mustafa Efendi'yi kendisine üstat edindiğini belirtmiştir. Otobiyografisinde hem aklî hem de naklî ilimlerde kendisinden çok şey kazandığını belirten Kâtip Çelebi, onu ufkunu açan önemli bir kişi olarak zikretmiştir.

 Eyüp Baş ( Bir bölümü yayınlanmıştır.)





  • Share:

You Might Also Like

0 Yorum